Bir an için kendinizi bir yatırımcının yerine koyun ve bir ülkedeki devlet tekeli niteliğinde olan telekomünikasyon şirketinin özelleştirilmesine dair ihaleye hazırlandığınızı varsayın… Bu ihalede aşağıdaki seçeneklerin hangisi için daha çok bedel teklif edersiniz?
Ve Neden?
a) Şirketin olduğu gibi tekel halinde size satılması ve devletin bundan sonra herhangi bir şekilde şirkete ya da piyasaya müdahale etmemesi…
b) Şirketin olduğu gibi tekel halinde size satılması, ancak devletin bir düzenleyici otorite kurarak uygulayabileceğiniz tavan fiyatı ya da diğer bazı unsurları belirlemesi…
c) Şirketin size satılması, ancak tekel hakkının kaldırılması, piyasanın rekabete açılması ve bir düzenleyici otorite kurulması.
Bu soruyu derslerde sorduğumda tüm öğrencilerim açısından cevap netti: Yatırımcı elbette ki (a) seçeneğini tercih edecek ve ödemiş olduğu bedeli -herhangi bir dengeliyici düzenleme olmadığı için – tüketiciden fazlasıyla tahsil edecektir.
Şimdi de kendimizi tüketicilerin yerine koyalım: Söz konusu telekomünikasyon hizmetlerinden yararlanan bir nihai tüketici veya bir şirket olsaydınız, hükümetin hangi seçeneği tercih etmesini isterdiniz ve neden?
Bu sorunun yanıtı da birçok kişi açısından aşikâr: Hemen hemen bütün tüketiciler daha ucuza daha kaliteli hizmet almalarını sağlayacak (c) seçeneğini tercih edecektir.
Gelelim işin en can alıcı noktasına: Şimdi de kendinizi özelleştirmeden sorumlu idarenin ya da siyasetçilerin yerine koyun. Şirketlerin ve tüketicilerin tercihleri bu kadar net iken sizin seçiminiz ne yönde olurdu?
Şu ana kadar uygulanan örneklere baktığımızda maalsef siyasetçilerin ve bürokratların farklı saiklerle de olsa ilk seçeneğe odaklandığını görüyoruz: Bunun bir nedeni ilk seçeğin kısa dönemde bütçeye çok daha fazla oranda nakit girişi sağlayacak olması, bir diğer nedeni de muhtemelen bürokratların ve siyasetçilerin söz konusu varlıkları “elde edilebilecek en yüksek fiyat varken değerinin altında satmış olmakla” suçlanmaktan korkmaları olabilir.
Bu örnekte de gördüğümüz üzere imtiyaz özü itibariyle piyasadan bazı şirketlerin dışlanmasını gerektiren bir haktır ve tekel ya da duopol, oligopol niteliğinde piyasaların oluşması sonucunu doğurur. Rekabet hukuku ilkeleri ile dengelenmediği müddetçe ilk bakışta devlet için kârlı görünen birçok imtiyazın uzun vadede tüketicilere yüksek fiyatlar, diğer şirketlere de yüksek maliyetler olarak yansıması riski vardır.
Barış Ekdi’nin 2006 yılı OECD Küresel Rekabet Forumu’nda Baş Tartışmacı sıfatı ile yaptığı ve söz konusu ikilemi incelediği İngilizce sunuma PDF imgesine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Sunumdan bir süre sonra tartışmaları doğrularcasına Türkiye’de yaşanan gelişmelerle ilgili olarak da aşağıdaki yazıyı okumanızı öneririm: MARMARA DENİZİ SAVAŞI: TEORİ İLE UYGULAMANIN KESİŞTİĞİ YER…